top of page

Aynı Yagmur

  • Yazarın fotoğrafı: Remzi Nedim KARATAŞ
    Remzi Nedim KARATAŞ
  • 17 Şub 2024
  • 6 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 26 Tem 2024



*Satıldı.

Her şey ne farklı yaşanıyor şehrin aynı yere bakan ama bambaşka hayatlarında.

 

Yaşamın Tadı

Pencere önündeki berjerlerimden birine oturmuş, Kordon’a, önümde uzanan muhteşem manzaraya bakıp bir yandan da şarabımı içerken ‘Sofra hazır!’ sesiyle masaya döndüm. Renk renk, çeşit çeşit yemekler, bir tanesi yarıya inmiş iki şişe şarap, eşim ve arkadaşlarım beni bekliyordu.

Eşim hararetli hararetli günün nasıl geçtiğini anlatırken şarapla birlikte iyice kıpkırmızı olmuştu yüzlerimiz. Sorularıma büyük bir iştahla cevap veriyor, bunlarla heyecanı ve keyfi artıyor, bazı uzun dakikalar boyunca yemeğine bile dokunmuyor, şarabını içmeyi unutuyordu. Birden gülüşlerimize, sohbetimize, arkada çalan müziğe bambaşka bir ses eşlik etmeye başladı, çatal bıçak kullanan parmaklarım bir anda durdu, pencereye doğru baktım. Yağmur başlamıştı.

Samimiyetle, hayatta en sevdiğim şeylerde başlara koyacağım yağmuru görmek bu şahane akşamı daha da güzel bir hale getiriyor, zaten gülen yüzüme iyiden iyiye neşe katıyordu. Artık kadehimde duran şarap, ettiğim sohbet, yediğim yemek, müzik, berjerlerim, o ev, o manzara, İzmir, yaşamak daha tatlı geliyordu.

Şarabımın bitmesiyle tekrar dolması bir oldu. Kadehimi alıp usul usul yürüdüm pencereye doğru tekrar ve orada küçük bir kız çocuğuyken de yaptığım gibi yağmuru seyrettim. Ne şahane bir şey! Bir ara yağmurda yürümek istedim; ıslanmak, uzun saçlarımdan süzülen damlaları hissetmek ve eve, sıcak yuvama dönmek çekti canım. Fakat çocukluğun tadı ağır bastı ve evde kalıp yağmuru izlemeye karar verdim.

Yıllar önce yine o evde annem ve babamla yaşarken beni Kıbrıs Şehitleri’ndeki parka götürürlerdi. Bir gün parkta yağmura yakalanmıştık. Kalmak için çok direnmiştim ama annem hasta olacağımı söyleyip eve döndürmüştü bizi. Şimdi ise gülerek hatırlıyorum o anı. Çünkü annem o zaman da şimdi yaptığım gibi beni pencere önüne getirir, camları üstten aralayıp evi yağmur sesiyle doldurur, kendisi de benimle birlikte yağmuru izler, içimdeki yağmur sevgisini de böyle dindirirdi.

Gece uyuyacağım uykunun hayalini kurdum. Yatağımın ilk girişteki o soğuğu, yastığım, sarılıp yattığım eşim, yağmurun sesi, şiddeti, gök gürültüleri, şimşeklerle tatlı tatlı dalıp çıktığım o uyku… Ne müthiş bir gece!

Arkamdan vuran salonun soluk sarı ışığıyla, karşımda yanan Kordon’un sokak lambaları, Alsancak iskelesi, gelip geçen vapurlar, Karşıyaka ve yağmur damlalarının sesiyle göz kapaklarım karşı koyamadığım, koymak da istemediğim bir ağırlıkla yavaş yavaş kapanıyor, o huzur anında yalnızca yaşamımda duyduğum mutluluğu hissediyordum. O an bana başka bir yaşam seçme fırsatı verilse kullanmayacak kadar keyfim yerindeydi. Anı hissediyor, ana kapılıyordum.

 

Sokak Köpekleri ve Evsizler

Gündüz nereye gittiğimizin bir önemi olmaksızın aylak aylak dolanır, utana sıkıla bize mama verecek bir hayırsever bekler, gece de bulabildiğimiz uygun bir yerde kıvrılır, yatarken benimle bir sokak köpeği arasında hiçbir fark yoktu.

Akşamüstüne doğru Gazi Ortaokulu öğrencileri büyük bir gürültüyle dağıldı. Birkaç saattir ses çıkmayan sokak bir anda yüzleri gülen, tertemiz çocukların sesiyle dolduğunda birbirine bakan iki apartman girişi arasında yaptığım yatağın üzerinde oturmuşken çocuklardan biriyle çok kısa süreliğine göz göze geldim. Halimden, kıyafetlerimden utandım. Birine daha görünmek istemedim ve yatağımı bırakıp sahile doğru yürümeye başladım. Hayat gülmeye, eğlenmeye, keyfe ait olmalıydı. İnsanlara, özellikle çocuklara yakın olursam onları mutsuz edeceğimi, buna hakkım olmadığını düşündüm ve kendimi yeryüzünde bir fazlalık gibi hissettim.

Eski, yeni tüm binalara gıpta ile bakıyor, en azından bir günlüğüne bir dört duvara sahip olmanın ne büyük şans olacağını düşünüyordum.

Kordon’a çıkar çıkmaz Karşıyaka, Körfez ve ardımda tüm bunlarla iç içe yaşayan evlere bakıyor fakat hayatlarına dair tek bir resim, tek bir düşünce dahi kafamda canlandıramıyor, o insanların benim hakkıma da güldüklerini, yaşadıklarını düşünüyordum.

Geçtiğim caddeler, yemeli, içmeli yerler boyunca yalnızca iki isteğim vardı. Birincisi ısınmak diğeri sağda solda yatmaktan yıpranmış ceketimin iç cebinde, hemen göğsümün solunda bana varlığını hissettiren ama kesinlikle başka hiçbir işe yaramayan flaskımın dolu olmasıydı. Kafam daima flaskı açarken çıkan metalik ses, burnuma vuran keskin kırmızı şarap kokusu ve yudumlarla vücuduma yayılan o sıcaklıktaydı. Yoksulun hayali de yoksul oluyordu.

Kentin o en varlıklı semtinde, tüm bu yoksul hayaller içerisinde dahi kendime, kendim kadar ama mutlu ve hayali bir yaşam kurmuş, sıcaklık ve şarap kelimeleri benim için iyice tek bir anlama gelmeye başlamışken üstümde toplanan bulutları hiç fark edemedim ve birden sessiz sedasız yüzüme vuran yağmur damlalarıyla kendime geldim. Hayallerim ortadan kayboldu ve öyle ki bırakın sıcaklığı, şarabı, dolu flaskı o an yatağımın bu gece altımda olup olmayacağı dahi belirsiz hale geldi.

Böyle olunca tabii hemen olduğum yerden kalkıp bazı hızlı hızlı yürüyerek bazı koşarak ortaokulun oradaki yatağıma vardım fakat karşıma çıkan hayallerimin aksine zihnime dolanın aynısı oldu. İnsan iyiyi, güzeli hayal edince onu hemen karşısında bulamıyor da ne zaman kötüyü düşünse karşısında bitiveriyor anında. O gün bana da aynısı oldu. Yatağım kafamda canlanan kadar berbat bir haldeydi.

Islak kartonlar, ıslak ve çirkin bir battaniye, ıslak, çirkin ve sararmış bir yastık haline gelmişti benim kendisine yatak dediğim şey ve o güzelim yatak bana benzemişti artık. Güneş batıp da üzerine bir de ıslanınca iyiden iyiye üşümeye başlamıştım. Hayal kuracak halim kalmamıştı. O an önümdeki gece benim için atlatılması gereken, kötü şartlarda girişilmiş bir savaşa benziyordu. Yatağımı bırakmak zorundaydım.

Artık gece yatacak bir yatağım kalmayıp yağmur iyice şiddetini artırınca bu en büyük düşmanlarımdan, nefretlerimden birinden en azından kaçacak bir yer aramaya başladım. Sevgiyolu boyunca yürüyüp Kıbrıs Şehitleri tarafına çıktım. Köşedeki kuruyemişçinin saçakları altında dikilirken geçen her dakika çok uzun sürüyor, ıslak kıyafetlerim, ıslak tüm vücudum, esen rüzgar, tenimi kesen soğuk, içime devamlı yayılan ürperti sanki hayatımın en kötü gününü yaşadığımı düşündürüyordu ki her günü birbirinden kötü böylesi bir hayat için en kötü günün berbatlığı tahmin edilebilir mi, bilmiyorum. Benden ve yağmurdan olabildiğince uzakta kalmaya çalışan insanlara bakınca en azından günün bir noktasında sıcak evlerine varacak olmaları dolu flask hayalimin yanına yine, dört duvar bir ev, bir soba, yanımda bir insan düşü ekliyordu. Eğer öyle bir şansım olsaydı yağmurdan kaçmayacağımı, ıslana ıslana altında yürüyeceğimi, üşüyeceğimi ve tüm bunlardan keyif alacağımı düşünüyordum. Yağmur gidecek yeri olanlar için güzeldi. Fakat daha bu minicik flaskı doldurabilecek kadar dünyada bir varlığı, gücü olmayan benim için tüm bu hayaller imkânsız duruyor, bu haldeyken onları kafamda canlandırabiliyor olmak dahi sinirlerimi iyice yıpratıyordu. Öyle bir hayatın olma ihtimalini bile bilmemeyi ne çok isterdim. Böylece bu hayat daha kabul edilebilir, hiç değilse bir oyun olabilirdi.

 

Tablo Gibi Bir Manzara

Yağmur hafifleyince önce arkadaşlarım gitti, sonra eşim odaya geçti. Orada öyle gözlerim bazı açık bazı kapalı kaç dakika geçirdim, bilmiyorum. Bir baktığımda orada olan insanlar, vapurlar, bir an sonra ortadan kayboluyordu.

Altında bir damla kırmızı şarap kalan kadehimden son yudumumu alıp sehpaya geri bıraktım. Bir ara ben uyumuş, eşim de yanımda gelmiş olmalı ki üstümdeki pikeyi de yana atıp ağır ağır kalktım yerimden. Yatmadan önce son kez dışarıya baktım tekrar. Işığı söndürdüm. Karşımda sokak lambaları ve karanlıkla dolu tablo gibi bir manzara kaldı. Zaten o gecenin mükemmelliğini anlatabilecek başka bir kelime bilmiyorum. Gerçek anlamda bir sanat eseriydi.

 

İhtimal Bir Köşe

Yağmur önce hafifleyip sonra da durunca geriye taksilerin kapanan kapılarının, koşuşturan insanların suya vuran adımlarının sesi kaldı. Ben hala saçağın altında bekliyor, üşüyor ve bu geceden nasıl sağ çıkacağımı düşünüyordum. Kıbrıs Şehitleri’nden yukarıya doğru yürürken ayaklarım soğuktan karıncalanmaya başlamıştı. Sağa sola, her deliğe baka baka yürürken en azından vücudumun böyle biraz da olsa daha fazla ısınacağımı düşünüp kendimi çok akıllı hissettim.

Hemen ilk solda daha önce geceleri bu sokaklarda yürürken kapalı gördüğüm bir barın minik bahçesini görüp giderken oranın üstünü kapattıklarını hatırladım. Hazır yağmur dinmişken yürüyüp hem biraz ısınıp hem de kendimi iyice yorup birkaç saat sonra onlar kapattığında bir araya topladıkları masalarından birinin kenarına köşesine sığınmaya karar verdim. Kafamda mantıklı bulduğum bu plan yağmurun tekrar başlaması, geceye, barın kapanmasına daha çok olmasıyla sekteye uğradı. O sokaktan çıkıp hızlıca bir yer bulmalıydım. Bu sırada suratıma vuran yağmur sinirlerimi iyice bozunca o saatte kapanmış ve korunacak bir duvar dibi olan apartmanlara, işyerlerine sığınıyor fakat durmanın beni daha çok üşüttüğünü fark edip tekrar kendimi daha uzun süreli koruyacak bir yer bulmanın ümidiyle yola atıyordum.

Atıyordum atmasına ama karnım açtı, üşüyordum, iyice yorulmuştum ve gerçeğe göre hareket edecek halim kalmamıştı. En azından oturabileceğim, ayaklarımı uzatabileceğim bir yer bulmak elimde kalan son şeydi.

 

Dünyanın …

Gerçekleşeceğini bildiğim bir hayalin kıyısında durmanın büyük heyecanını yaşıyor ve neredeyse hayal kurmayı gerektirmeyecek kadar şahane bir hayat yaşadığımı düşünüyordum. Odama geçtim, yatağıma girdim, ayaklarımı iyice uzattım yorganın içine, eşimi sıkıca sarıp keyif dolu kahkahalar attım, vücuduma yayılan sıcaklığı hissettim ve dünyanın geri kalanının bir nebze umurumda olmadığını düşündüm.

 

… Geri Kalanı

Biraz sonra çocuk parkını gördüm. Kaydırakların başındaki kapalı ve yüksek yerin basamaklarını çıktım son bir güçle, kaydıraklara baktım ve oraya çöktüm. Hareket edecek mecalim kalmamıştı. Evlerin ışıkları kapanmaya başlamış, uyuyabilecek sıhhati olan uyumuştu. Lambaları sönen her ev canımın acısını artırıyordu. O an dünyanın geri kalanı umurumda değildi. Titriyor, üşüyor, neredeyse ağlıyordum ve hakkıyla yaşanmamış bir çocukluk korurken beni yağmurdan hayalini kuruyordum kuru kıyafetlerin, sıcak bir dört duvarın ve dolu flaskların.

 
 
 

Comments


Subscribe here to get my latest posts

Thanks for submitting!

© 2035 by The Book Lover. Powered and secured by Wix

  • Facebook
  • Twitter
bottom of page